OPPENHEIMER


 Oppenheimer


Son yıllarda yükselen bütçeler ve süperkahraman filmlerinin peydah olmasıyla nesli tükenen auteur yönetmenlerin son örneklerinden Nolan’ın Oppenheimer filmini sonunda izledik. Teknik olarak filmi tüm zamanların en büyük sinema başarılarından biri olarak görüyorum. Tabi şehrinizde bir IMAX sinema varsa... Buna sonradan değineceğim fakat öncesinde filmin alametifarikalarından bahsetmek istiyorum.


Kafamızı Allak Bullak Ettin Nolan


Biyografi/dram filmi olarak geçse de yer yer mockumentary dediğimiz sahte belgesel türüne birçok açıdan benziyor. Renkli ve siyah/beyaz sahnelerle subjektif ve objektif anlatıyı bıçak gibi birbirinden ayıran Nolan objektif sahnelerde siyah/beyaz mockumentary benzeri perdede pek aşina olmadığımız bir yol denemiş. Zaman atlamaları da bu anlatıyı destekler nitelikte gayet temiz kullnaılmış. Filmi dikkatli izlemeyen kişiler takip etmekte zorlanabilir fakat film birçok zaman dilimini anlatmasına rağmen bunları çorba etmiyor. Birbiriyle alakalı sahneleri çoğu zaman peş peşe görüyoruz. Hatta bir karakterden bahsedilirken onu gördüğümüz flashbackler bile kafamız karışmasın diye konulmuş. Film onu izleyin istiyor. Bu telefonunuza bakarken bir yandan arada bakayım anlarım diyebileceğiniz bir film değil.


Atomların Efendisi Fizik Kardeşliği


Film Amerikan Prometheus: J. Robert Oppenheimer’ın Zaferi ve Trajedisi kitabından neredeyse birebir uyarlanmış. En azından kitabı okuyanların yorumu bu yönde. Bununla bağlantılı olarak dönemin tanınmış birçok fizikçisine yer verilmiş. Fizik bilimine ayrı bir ilginiz varsa ve bu fizikçilerin çoğunu biliyorsanız filmi hem daha iyi anlıyor hem de oldukça başarılı resmedilmiş önemli isimleri gördükçe tebessüm ediyorsunuz. Şahsen ben bu adamların yarısını biliyordum izlerken. Buna rağmen oldukça keyif aldım.


İnsanlığa Faydalı Bir Film


Bu kadar önemli bilim adımını bir arada görmek filmin ayrı bir güzelliği. Oppenheimer’ın etrafında kendisi kadar dahi o kadar çok insan var ki neredeyse filmde görünen herkes nobel sahibi, Oppie hariç. Evet filmden çıkınca hem Oppie hem Manattan projesi hem de diğer bilim adamları hakkında araştırmalar yaptım. Bu filmin başarısıdır. Burda bilim ve bilim insanları havalı şekilde önümüze seriliyor. Buna şapka çıkarılır. Filmi izleyip etkilenenlerin yarısının filmden sonra araştırma yaptığına eminim. Gerçek bir olay anca bu kadar havalı ve ilgi çekici anlatılabilirdi. Batman değiller evet ama gerçek süperkahramanlar bu dahiler. Hayatımızı değiştiren insanlar.


Gerilim Filmi (Mi?)


Hayatımızı değiştiren insanların her zaman iyi yönde değiştirmedikleri de aşikar. Bilim insanları zaaflarına ve tutkularına yenik düşüp kendi güçlerini, onları kötüye kullananlarla paylaşmaya zorlanabilirler. Bu zorlama bazen hükümetten ya da çevrelerinden gelir. Bazen de kendi egolarından. Oppie için bunların hepsi bir arada paket olarak geliyor. Hiç kimse umursamazken kendi ülkesine kuantum fiziğini getiriyor ve yayıyor. Sonra bu güç savaşta kilit rol oynayacak bir silaha dönüştürmek istediklerinde hükümet onun kapısına geliyor. Kendi egosu, bilime olan tutkusu gözünü kör ediyor ya da etmiyor bilemeyiz ama şunu biliyoruz ki bilime olan aşkı ona ve tüm dünyaya trajediyi getiriyor. Dediğim gibi bu adamlar dahi olsalar da hala insanlar. Bu yüzden Nolan bu iç çatışmaları harika müziklerle birleştirip ikili diyaloglarda bile insanı germeyi başarmış. İki kişi konuşurken neden geriliyorum ben şuan diye düşünürken olayın farkına vardığınızda Oppie gibi sorguluyorsunuz. Gerilim bu filmin her yerinde hatta kendine gerilim filmi diyen filmlerden çok daha gerildiğim sahneler oldu. Tempoyu bu kadar yerinde ayarlamak her yönetmenin harcı değil.


Ve Ben Sağır Oldum. Kulakların Yok Edicisi.


Creed ve Black Panther filmleriyle beni etkileyen Ludwig Göransson Tenet filminden çok daha başarılı bir işe imza atmış. Sesler ve müzikler bence filmin en etkileyici yönüydü. Sahnelerin sizde bıraktığı etkiyi derinleştirmek müzikle pek rahat yapılabilen bir şey ki çoğu filmde de görüyoruz. Bu filmde ise sahneyi tamamen değiştiriyor. Değiştirmekle kalmıyor katmanlar ekliyor. Oppie’nin iç dünyasına girdiğimiz anlarda, özellikle bomba atıldıktan sonra farkına varma süreçlerinde, sahnelerden aldığımız duygu bambaşka noktalara evrilmiş. Ben buna bayıldım. Bu sizin görsel yönden zayıf bir filmi kurtarma şekliniz olabilirdi fakat bu film görsel olarak da kusursuza yakın. Çekimler o kadar temiz, detaylı ve yerli yerinde ki bu sahne neydi böyle dediğiniz bir saniye bile yok. Hatta Oppie’nin duygu durumunu gösterirken kameranın odak kaybetmesi, kafayı yemesi gibi detaylar mükemmel olmuş. Bu açıdan Hoyte van Hoytema da övgüyü hakediyor. Bunların harika bir ses tasarımıyla birleştirilmesi de ne oluyor biliyor musunuz? Şiir... Film şiir gibi akıyor.


Trinity: Epik Film Dediğin Böyle Olur


Şiir demişken Oppie’nin şiir okumayı sevmesi ve bilimi sanatla birçok açıdan bağdaştırması onun iç dünyasında ne kadar sanat ruhlu duygusal biri olduğunu gösteriyor. Trinity denemesinin ismi bile sevdiği bir şiirden alıntıladığı birkaç kıtada buluyor. İki tutkulu olduğu noktanın birleşimi yani. Bu sebeple Trinity denemesinin filmdeki en epik sekans olması şaşırtıcı değil. Bilgisayar efektlerinin kullanımından hiç haz etmeyen Nolan sinema sektöründeki gelmiş geçmiş en büyük patlamayı atom bombasını simule ederek patlatmış. Bir de bunu harika şekilde çekmiş. Herkesi koltuklara çivileyen, göz kırpmaya bile izin vermeyecek epiklikte bir sekans. Gerilim dolu sessiz bir görsel şölen sonrası gelen yıkımın korkutucu sesiyle irkilmek. Sinemada deneyimlediğim en epik andı diyebilirim. Tüylerim diken diken olmuş şekilde perdede gördüğüm sevinç çığlıkları, pişman bakışlar ve sonrasını merakla bekleyen dumur olmuş seyirciler.


Apolitik Deha


Trinity sekansı bittikten sonra bambaşka bir Oppie izliyoruz. Kararlarını sorgulayan, farkındalık ve özellikle pişmanlık yaşayan bir karaktere dönüşüyor. Çevresindeki herkesi uzaklaştırıyor. Oppie aslında oldukça apolitik biri ancak solcu kızlar onu biraz politikaya bulaştırıyor. Komünist avının cadı avı şeklinde devam ettiği zamanlarda komünist partiye üye olan kadınlarla aşk yaşayan Oppie’nin deyim yerindeyse burnu boktan kurtulmuyor. Zaten atom bombasını yapan kişi olarak gözler üzerinde iken pişmanlığını dışa vurduğunu gören amerikan toplumu ve hükümeti ona sırtını çeviriyor.


Komünist Düşmalığı Ve Truman


Birçok sorgulama sonrasında komünist yaftası yapıştırılan Oppie’yi sürekli diken üstende izliyoruz. Tabi ki bu gerilim biz seyirciye de yansıyor. Soğuk savaşın devam ettiği yıllarda silahlanma yarışına en büyük etkiyi Oppie ve takımının yaptığı aşikar. Böyle bir katkıdan sonra bile komünist soruşturmaları sonrasında güvenlik izinleri kaldırılıyor. Vatansever bir adamın ülkesine yaptığı dev katkı sonrasında ihanete uğraması da pişmanlığına tuz biber oluyor. Truman rolünde beş dakika oynayarak ağzımıza bir damla bal çalan Gary Oldman’a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bu kadar kısa sürede anca bu kadar rahatsız edici şekilde iyi oynanabilir.


Yıldızlargeçidi


Gary Oldman bir yana her sahnede başka bir yıldıza denk geliyoruz. Söz konusu Nolan olunca başrollerin aranan yıldızları Oppenheimer’da yan rollerde kısa süreler görünebiliyorlar. Josh Hartnett, Casey Affleck, Rami Malek, Kenneth Branagh ve nicesi etkileyici performanslarıyla sizi filmden biran bile koparmıyor. Nolan oyuncu yönetiminde de ne kadar başarılı olduğunu burada gösteriyor. Her oyuncu tutarlı performanslar sergilemiş. Coşma, gereksiz yükselme falan görmüyorsunuz. Başroller de öyle güzel adapte olmuşlar ki kusur bulmak gerçekten zor. Emily Blunt, Matt Damon, Florence Pugh doğallıklarıyla sizi alıp götürüyorlar. Bence filmin en etkileyici iki yıldızı Robert Downey Jr. ve tabi ki Cillian Murphy. Bu isimleri büyük filmlerde daha fazla görmeyi istiyorum. Oscar konusuna kesin gözüyle bakıyorum ve tek söyleyebileceğim bu oyuncuların filmde kusursuz oldukları. Dev perdede sadece gözleriyle size duyguları aşılamaları görülmeye değer kıymetli performanslar.


IMAX ve Sinemanın Dirilişi


Dev perde demişken dünyadaki izleyicilerin sadece yüzde on kadarı bu filmi çekildiği haliyle izleyebilecek kadar şanslıydı. Dünyada sadece otuz sinemada 250 kilogramlık filmin dev projeksiyonlarla gösterildiği 70mm IMAX ile izleyenler nasıl bir deneyim yaşadı bilmemiz zor fakat ülkemizdeki IMAX salonlarında izlediğinizde de oldukça etkileneceğinizden eminim. Normal sinema perdesinde maalesef yarısı kadar bile etkilenemezsiniz. Hatta normal perdede izlemek yerine evinizde 4K TV’de iyi bir kulaklık ya da ses sitemiyle izlemek daha etkileyici olacaktır. Bu film resmen IMAX için yapılmış hatta Nolan ve IMAX yakın ilişkileri sayesinde siyah/beyaz analog görüntüler içeren ve 3 saat uzunluğunda olan tek filmi çıkarmışlar. Nolan filmlerin sinemada izlenmesi gerektiğini savunan biri olarak gerçekten bunu destekler niteliklerde filmler yapan biri. İnsanları tekrar salonlara götürebilen ve bilet aldıran bir film ortaya çıkarmış. Böyle filmlere daha çok ihtiyacımız var.


Bu Film Olmuş


Kısaca Oppenheimer birçok yönden çok özel bir film. Benim için kusursuza yaklaşan ender filmlerden biri. Gözümde şimdiden klasiklerin yanında yer buldu. Uzun zamandır bu kadar etkileyici olup aynı zamanda kendine özgü bir film izlememiştim. Bu belki de gelmiş geçmiş en önemli tarihsel olayın hikayesi. Bu olayı en kritik kişinin gözünden izlemek apayrı bir deneyim. Film sizi alıyor kırıyor, üzüyor, geriyor, çok rahatsız ediyor ve sonunda siz de Oppie gibi farkına varıyorsunuz. Sinemadan düşüncelerle dolu, daha açık, biraz daha değişmiş bir kafayla ayrılıyorsunuz. Oppenheimerla kurduğunuz empati sonucunda pişmanlık dolu şekilde konuştuğunda ise iliklerinize kadar hissediyoruz. “Ve ben ölüm oldum. Dünyaların yok edicisi...”


9,6/10

Yorumlar

Popüler Yayınlar